4 Temmuz 2010 Pazar

aldım verdim ben seni yendim...

Neyi yaşamışsak ömrümüz diye
Derimize yazdı o vak'anüvis
Kehribar saplı bir hançerle

Aldım verdim ben seni yendim… Sokak aralarında mahalledeki çocuklarla oynama fırsatı bulamayan yeni gençler, bu sözü bilmez ama biz küçükken takım arkadaşlarımızı böyle seçerdik…
Oyuna başlamadan evvel, takım kaptanlığına layık görülen iki kişi –yani doğal seçilmiş oyunkurucular- bir adım yarışı yapar, belli bir mesafeden adım adım birbirlerine doğru yürür ve sonra kim ayağı karşısındakinin ayağına basacak şekilde son adımını atmışsa ilk oyuncuyu seçme hakkını kazanırdı, yani en güçlü oyuncu onun olurdu. Sonra sırasıyla bir o seçer bir diğeri, falanca kişi benim, filanca da benim o zaman, böyle böyle takımlar oluşturulurdu…
Bir yerde takım ruhu, takım ruhu diye konuşulunca aklıma geldi birden; aldım verdim ben seni yendim diye diye yetişen birinden nasıl bir takım oyuncusu beklenebilir ki?
Bir arkadaşım dedi ki; çocukça da olsa adaleti sağlıyorduk böylece…
Hangi adalet? Bana hiç adilce gelmiyor, diye itiraz ettim…
Zamanın aldım verdim’cilerinin bugünlerde, yaş itibariyle Türkiye gündemine yön veren, iş hayatlarını şekillendiren, bir şekilde toplumu yönlendiren insanlar olduklarını falan olduğunu düşününce bu itirazımda hiç de haksız olmadığımı düşünüyorum.
Şimdi ben aldım verdim’in adaletsizliğini yazayım, siz bunu istediğiniz yere uyarlayın ve hep çağrılan ama bir türlü gelmeyen takım ruhu’nun neden gelmediğini anlayalım.
En başta oyunkurucu denilen kişi kim? Hangi yeteneklerinden dolayı oyun kurucu oluyor? Hadi diyelim ki doğal lider, ondaki yetenekler kimse de yok! Ee böyle birinin doğal bir takımı da olması gerekmez mi? Ona inanan, ona güvenen, her daim onunla birlikte hareket etmek isteyen takım arkadaşları olmaz mı? Yok demek ki, adam seçmek zorunda kalıyor diyeceğim ama siz onu boşverin asıl oyunkurucu denilen arkadaştaki egoyu düşünün…
Öyle önemli bir şey ki bu; aldım verdim sohbetinin açıldığı ortamda, hemen hepimiz ya oyunkurucu olmakla ya da ilk seçilen esas oyuncu olmakla övündük:) Düşünün yani, yıllar sonra, koca koca insanlar olmuşken yaptık bunu:) Oyunları hep ben kurardım breh breh, ilk olarak beni seçerlerdi hatta benim için kavga bile ederlerdi yeah… Gerçekten adam yüzünden kavga da çıkardı! Böyle de önemli kişileriz yani:)
Bizim aramızda -artık ne tesadüfse- o sona kalan zayıf çocuk yoktu.
Kimbilir nerde ne yapıyor bu sona kalan zayıf çocuk? Belki hala bir yerlerde seçilmeyi bekliyordur, belki de bir yerlerde oyun bile kuruyor olabilir, hep sona kalmanın intikamını alıyordur belki de diğer zayıf çocuklardan, kimbilir?
Neyse kimi şişik, kimi ezik bir ekiple takım kuruldu diyelim, birileri iyi oynayacak, birileri kötü, birileri kazanacak, birileri kaybedecek… Oyun bitecek, takım dağılacak…
Yeni bir oyun için yeniden aldım verdim yapılacak, yeniden birileri ilk seçilen olacak, yeniden birileri sona kalacak, yeniden takım kurulacak ve o takım da dağılacak…
Sonra birileri gelecek bu çocuklara, takım ruhu’nun önemini anlatacak!
Gel gel denilince de o ruh gelecek!
Sonra da müthiş takımlar çıkacak ortaya, iş hayatında, politikada, sporda falan…
Son sözüm bana itiraz eden arkadaşa; aldım verdim ben seni yendim…:)
Şiir Ahmet Telli’nin Yenildik’inden… Çok güzeldir, tamamını bulun okuyun…