7 Şubat 2010 Pazar

G...'nin giderken söyledikleri...

Yaşamın vişne rengi dudakları vardır sevgilim
öpüşün kadar sıcak ve tatlı
özgürlük türküleri de söylenir bu dudaklarla
sevda türküleri de
vişne rengi dudakları vardır sevdanın
gülümser dudakların gibi titrek ve dokunaklı
okyanus olur sarar dünyayı...

Bugün size birinden söz edeceğim; adı G… Onu öyle anacağım, sadece bir harf ve üç nokta olarak…
Aslında onu hiç tanımadım, bir türlü tanışma fırsatımız olmadı, o beni Nilgün olarak biliyordu, ben de onu G… olarak, ismen yani… Çok sıkça görüşemediğim arkadaşım A…’nın sevgilisiydi…
Yani G… hakkında bildiğim her şey A…’nın anlattıklarından ibaret…
Tanışmaları birkaç yıl öncesine dayanıyor, G…’nin A…’nın mahallesine taşınmasından kısa bir süre sonrasına. Bir şekilde tanışıyorlar, birbirlerinden etkileniyorlar ve sevgili oluyorlar.
G… iyi para kazanan, iyi yaşayan, hoş bir adam… A…’ya karşı çok cömert… Geziyorlar, tozuyorlar, eğleniyorlar, seviyorlar, sevişiyorlar, günler güzel, hayat güzel, her şey güzel…
A… bu kadar sevdiği, yanında bu kadar mutlu olduğu G… ile uzun yıllar yaşabileceğini düşünmeye başlıyor, belki de sonsuza kadar sürecek bir aşk onun hayal ettiği…
G… ise hayatından memnun, yerken içerken, eğlenirken, sevişirken gösterdiği cömertliği sevgisine yansımıyor sadece. Hele hele evlilik aklından bile geçmiyor, erken diyor, zaman istiyor… Zaman…
Oysa eskilerin deyimiyle yaş kemale ermiş de geçiyor bile. Haliyle aileler de sıkıştırmaya başlıyor. G… belki sırf A…’yı mutlu etmek için, belki sırf A…’yı susturabilmek için, kimbilir belki de o anda gerçekten öyle istediği için, tamam diyor, evleneceğiz…
Bu sözü veriyor. Söz vermenin bir yerde olacakların sorumluluğunu da üstlenmek anlamına geldiğini düşünmeden…
Yine bildiğini okuyor, verdiği söze karşın…
A… bir aile olacaklarını hayal edip, yaşacakları evi kurarken o gezmeye, eğlenmeye devam ediyor… Acelesi yok, henüz genç ve önünde uzun bir hayat var… Tamam A…’yı sevdiğini söylüyor ama sıkıntıya gelemiyor, beni sıkboğaz etme diyor, daha yaşanacak bir sürü şey var, evlenmek için niye acele ediyoruz ki…
Doğal olarak bu görüş ayrılıkları kavga getiriyor bir süre sonra, bu kavgalar da bir gün şiddet kullanmaya kadar varıyor...
A… o gün çıkıyor evden, onunla birlikte yaşamayı, birlikte yaşlanmayı düşündüğü evden, bir daha da o eve G…’nin sevgilisi olarak girmiyor… G…'nin hayatından tamamen çıkmıyor, bir şekilde çıkarıp atamıyor bu adamı hayatından, o hayatın bir yerinde hep var, bir arkadaş olarak…
Zaten bir süre sonra G… mahalleden taşınıyor. Artık daha az görüşüyorlar, her istediğinde A… yanında olamıyor. Bir türlü kesişmeyen yolları giderek uzaklaşıyor birbirinden…
A… kendini toparlıyor, üstelik o arada gerçekten taptığı babasını kaybetmesine karşın. Belki de böyle bir kayıp, öyle bir kaybın acısını hafifletiyor…
Artık babasına gösteremediği, G…’nin geri teptiği sevgisini bir başka adam istiyor ondan, o da yeniden seviyor…
G… ise yine bildiğin G…, yine geziyor, yine eğleniyor, yine içiyor, hayatındaki tek fark seviştiği kadınların isimlerinin değişmesi ve aldığı alkol miktarının her geçen gün biraz daha artması…
Yalnız olmayı tercih ediyor, böyle mutlu olduğundan söz ediyor A…’ya, zaman zaman ettiği telefonlarda. Hala eski G… olduğunu, değişmeye pek niyeti olmadığını da anlatıyor…
Aslında diyor arkadaşım, mutlu değildi ve o çok sevdiğini söylediği yalnızlıktan da nefret ediyordu. Yalnız kalmaktan nefret ettiği için içmekten başka ortak bir noktası bulunmadığı kişilerle arkadaşlık ediyor, ödediği hesaplarla onlardan yoldaşlık dileniyordu… Evde yalnız kalmamak, yalnız uyanmamak için sürekli bir sevgili buluyor ama kendinden asla taviz vermediği için, hele de sarhoşken iyice çekilmez olduğundan hayatına giren hiç kimse ona tahammül edemiyordu… Yalnız kalınca da zaten istediğinin bu olduğunu söylüyordu, böyle olması gerektiğine inandırıyordu kendini… Büyüklerin biçtiği yaşta değil de, kendi kafasında hesap ettiği bir yaşta, nasılsa kemale erecek, sıkıcı, yavan bir hayat sürecekti, bütün herkes gibi… Ama hala zamanı vardı…
Benim bildiğim, zaman -o istediği zaman- G…’ye hiç yaramadı, önce işinden oldu, sonra sağlığından. A… pek görüşmüyordu onunla, yine de aradığında uzun uzun dinliyordu. Çünkü birini sevmişseniz, bir zaman diliminde birini gerçekten sevmişseniz onun hep iyi olmasını istersiniz…
Sonra bir gün yine A…’nın telefonu çalıyor, hastaneye gelmelisin diyor, ortak bir arkadaş. O anda arayabileceği tek kişinin A… olduğunu ve mutlaka gelmesi gerektiğini anlatıyor bir çırpıda! G…’nin bir babası var ama yaşlı adam huzurevinde, bir kızkardeşi var ama yurtdışında. A…'dan sonra uzun süreli bir sevgilisi olmadığı da doğruymuş ki, yakınlarına haber verilmesi gerekince A… geliyor ilk akla.
A… apar topar gidiyor, G… komada. Kendini bilmez bir şekilde yatıyor… Bir alkol komasına girmiş ve bir daha kendine gelememiş… Tam iki hafta yatıyor öylece, ne o tarafa gidiyor ne de bu tarafa dönüyor, öylece arafta asılı kalıyor…
Ve önceki gün çekip gidiyor…
Henüz kırkında bile değildi G… ve önünde çok uzun zaman vardı, öyle diyordu, öyle sanıyordu… O yüzden birini sevmek, birinin sevgisine karşılık vermek için acelesi yoktu.
Özgürlük diyordu, böyle aktardı A…; ben özgür bir adam olmak istiyorum, birine bağlanmak, kendimi sınırlamak istemiyorum…
A… onu özgür bıraktı…
O ise özgürlüğünü daha çok kadınla sevişmekten, daha çok içmekten, daha çok sarhoş olmaktan yana kullandı… Başka bir türlüsünü denemek istemedi…
Nedendir, niyedir bilemiyoruz ama zamanın birinde, bir şekilde öyle yazmıştı kafasına, özgürlükten anladığı buydu… Özgürlük diyordu bunun adına…
Şimdi G… aramızda değil, onun için yapabildiğimiz tek şey ardından gözyaşı dökmek… Bir de gidişiyle bize verdiği mesajları çözmeye uğraşmak…
Her gidenin kalanlara bir şeyler anlattığına eminim artık… Kimse boşuna ölmüyor, her gidiş kafamıza bir şeyleri kakmak için…
Benim aldığım mesaja gelince; özgürlüğün öyle keyfine göre takılmak olmadığı, sevdiklerini sınırsızca sevmek, sevgide sınır tanımamak, sevebilecek birini bulduğunda ona sıkı sıkı sarılmak olduğu…
Bir kere bile görmediğim, oturup bir kere bile sohbet etmediğim G… giderken bunları söylüyor bana…
Bir de, hiç kimsenin yalnız ölmeyi hak etmediğini…
Şiir A. Kadir Bilgin’den Adagio… Yani Elveda…
Devamını da okuyun lütfen, devam edin…

ölüm:
yiğit ve sevecen bir yaşamın
mutlu günlere sunulmasıdır
canlı bir gül gibi somut
ayrılık yoktur artık zaman içinden
yaşamın ve sevdanın, ölümün kimi kez de
öpüşün kadar sıcak ve tatlı
vişne rengi dudakları vardır sevgilim...

1 Şubat 2010 Pazartesi

Hepsi bu mu, sadece var olmak...

Doğrudur: geçimimi sağlamaktayım hala
Fakat inanın: bu sadece bir tesadüftür.
Yaptıklarım
Arasında hiçbir şey hak vermiyor karnımı doyurmaya.
Tesadüfen ayaktayım. (Şansım ters giderse mahvoldum.)

Kafa yorduğum konulardan biridir, var oluş! Zaman zaman takılır aklıma var oluşumuzun, hadi daha özel sorayım; var oluşumun nedeni nedir? Niye varım bu dünyada, neden yaşıyorum?
Gerçi anneme sorsam, yanıtı hazır: Tuzun kuru, derdin, tasan yok, boş işlerle uğraşıyorsun!
Annemin dert tasa dediği şeyler koca ve çocuklardan ibaret, bütün hayatı boyunca başka türlüsünü bilmediğinden kocan ve çocukların yoksa derdin ve tasan da yoktur ona göre! Daha da ileri giderek bir koca ve en az bir çocuğa sahip değilsen, ‘boşuna yaşıyorsundur’ da der ama neyse… Anneciğimin fikirlerine karşı çıkmıyorum artık, eskisi gibi sinirlenmiyorum bu sözlere, gülüyorum ve gerçekten eğlendiriyor beni…
Hatta onu şanslı bile buluyorum kendime göre, o 'var' oluşunun nedenini açıklayabiliyor kendince ya ben?
Sürekli bu soruya kafa yorduğumu söyleyemem, günün hengamesi içinde akşam ne yiyeceğime daha çok kafa yorduğum da oluyor ama bugün o soruya takıldığım günlerden biri işte… Bir anlam aradığım, bir misyon üstlenmeye hazır olduğum günlerden biri bugün de:)
Alacağım yanıttan tatmin olmayacağımı bile bile kendime soruyorum; bu dünyadaki var oluş nedenim her ayın birinde ihracat rakamlarını eline almak ve önceki aylara göre ne olduğunu saptamak mı? Ya da her ayın üçünde enflasyon verilerine bakıp, fiyatlardaki artışı yorumlamak mı? Her gün başbakan ekonomi için ne dedi, merkez bankası başkanı piyasalara ne mesaj verdi diye bakmak mıdır benim var oluş nedenim? Hükümetin bakanları bile benim kadar kafa yormuyordur bunlara, eminim…
Hadi diyelim ki işten güçten biraz uzaklaştım, kafayı dağıtacak başka haberlere daldım… Benim var oluş nedenim bilmem kimin bilmem kimden neden ayrıldığı, falanca kişinin falanca yerde kiminle görüldüğü, üzerine giydiği kıyafetin rüküşlüğü, suratına yaptırdığı botoks, memesine taktırdığı silikonlara kafa yormak olabilir mi?
E sen de yorma o güzel beynini bunlara demeyin sakın:)
Dünyada ne olup bitiyor diye baktığım haberlerin yarısından çoğu bunları anlatıyor bana. O güzel beynimi işgal ediyor, varlığıma zerrece katkısı olmayan –bir katkısı varsa da henüz bulamadığım- bu gereksiz bilgiler…
Hem bu işgalciler aynı anda bir sürü beyni ele geçirebilecek kadar da yetenekli. Ben iyi bir savunmayla dirensem bile bu işgalci bilgilere, birileri gelip kalelerimi yerle bir edebiliyor…
Sözgelimi, bir kız arkadaşım gelip Angelina Jolie ile Brad Pitt ayrılıyormuş, ne diyorsun diye soruveriyor birden! Yaa diyerek hüzünleniyorum. Sanki arkadaşım kendi sevgilisinden ayrıldığından söz etmiş, ben de çok yakıştırıyormuşum onları gibi dertleniyorum, neden ayrılıyorlar ki şimdi?
Kızlar işgal güçlerine teslim oluyor da erkekler olmuyor mu? Onlardan biri de gelip Yıldırım Demirören yeniden başkan seçildi, lanet olsun diye söyleniveriyor tepemde. Tamam bundan bana ne, yine de rahat durmuyorum, Murat Aksu mu başkan olsun istiyordun diyerek işgal güçlerinin beynime serpiştirdiği lüzumsuz bilgileri devreye sokuyorum. Şimdi taraftar başkanı istemiyorsa ne olacak bu takımın hali diye de düşünmeden edemiyorum. Oysa ben Beşiktaş’ı bile tutmuyorum:)
Hadi iyimserliği elden bırakmayıp hayatın renkleri diyeyim bütün bunlara… Diyeyim de bunu der demez işgal edilmemiş hücrelerim ayaklanıyor o anda; Rengarenk olan hayat seninki mi?
Ve hemen o soru geliyor ardından: Var oluşunun gerçek nedeni nedir peki?
Belki de en iyisi bu soruyu duymamak ama duyuyorum.
Duymamış gibi yapabiliyorum ama duyuyorum…
Aklıma Oscar Wilde’ın ‘Yaşamak dünyada en nadir şeydir; insanın büyük çoğunluğu var oluyor, hepsi bu’ sözü geliyor…
Hepsi bu mu, sadece var olmak…
Belki de budur!
Belki de en iyisi kafa yormamaktır bunlara… Belki de…
Şiir Bertolt Brecht’ten; Bizden Sonra Doğanlara…
Belki de şairin dediği gibi, tesadüfen ayaktayımdır, tesadüfen varımdır!
Belki de bugünkü misyonum budur; usta bir şairin birkaç dizesini sizlerle paylaşmak…