27 Mayıs 2010 Perşembe

Hariçten gazel...

Yol kenarı han oldum
Yanıldım ah ziyan oldum
Siz benim neden sustuğumu
Nerden bileceksiniz?

Blog yazmaya başlarken, kişisel gündemime ilişkin yazmaya karar vermiştim. Bütün gün ekonomi, siyaset, onun parası, bunun yatırımı, falancanın dediği, filancanın yaptığı derken, beynimin kenarında kıyısına sıkıştırdıklarımı buraya dökerek biraz rahatlamayı planlamıştım…
Şimdi fark ediyorum ki buraya sık sık yazamayışımın bir nedeni de bu, her gün o kadar çok lüzümlu, lüzumsuz işe kafa yoruyorum ki, kişisel gündemim çok zayıf, çok cılız kalıyor. Kafama takılan, canımı sıkan şeyler benim etrafımda olan bitenden çok ülke ve dünya gündemiyle ilgili olunca buraya iç dökecek bir şey kalmıyor. Haliyle gündem konusunda yeterince yazan, konuşan olduğu için bana da söz söylemek düşmüyor…
Ama bugün, birkaç gündür tartışma konusu olan bir röportajı okuma fırsatı bulunca, buradan yola çıkıp, başkalarının hayatlarından beslenen, başkalarının gerçeklerini malzeme yapabilenlere ilişkin birkaç laf etmeye, bunu denemeye karar verdim…

Önce bu yazının ilham kaynağı olan Nilüfer Göle’nin Taraf’ta yayımlanan röportajından söz etmem gerek. Nilüfer Hanım’a Fransa’daki burka tartışmasını soruyorlar, cevap veriyor;
“Ben çok kışkırtıcı buluyorum. Herkes burkanın karşısında: Müslümanlar, laikler, kadınlar, siyasetçiler... Burka azınlığın gücü, modernitenin aydınlık dünyasından kopuş. Gölgeyi, karanlığı hatırlatıyor bana. Ne güzel! Her şey aydınlık mı olacak kardeşim. Tam mahrem. Biz “modern mahrem” diyorduk. Bu, modernliğe karşı tam karanlık. Ben de zaten tam aydınlıktan yana değilim!”
Aman ne güzel! Monoton yaşantımıza kışkırtıcı bir konu dahil oldu, hadi eğlenelim!
Aslında buna benzer görüşler daha önce de dile getirilmişti. Hatırlarsanız Pierre Cardin “Kapanmak kadına yakışıyor, türban kadının güzelliğini ortaya çıkarıyor” demiş, yerli malı modacımız Cemil İpekçi de “Türban kadını özgürleştiriyor” gibi bir laf etmişti.

Şimdi bu üç ünlünün sözlerindeki değil, kendilerindeki ortak noktayı bulalım…
Hmm… Üçünün de tuzunun kuru olması olabilir mi?
Olabilir, çünkü onlara göre hava hoş…
Ne büyük bir lüks, havanın hoş olması…
Demek ki insan, kendisini yani bizzat şahsını ilgilendirmeyen konularda daha radikal, daha fantastik düşünceler geliştirebiliyor, heyecanlanabiliyor…
Düşünce özgürlüğü dedikleri bu olsa gerek:)
Şaka bir yana, elbette herkes her konuda istediğini düşünebilir, en uçuk fikirleri ortaya atıp, başkalarının dillendirmeye cümleleri cesurca kurabilir, bunu ancak benim gibi biri düşünebilir diyerek etrafa havasını atabilir. Olabilir bu, oluyor da… Ama aması var işte… Bu yazı da, bu ‘ama’ nın etrafında dolanıyor…

Sözü getirmek istediğim yer ne türban ne de burka. Onlar bu yazıda sadece birer sembol diyeceğim, komik olacak ama öyle:) Bu konuda merakla Neslihan Acu’nun medyatava.com’da çıkacak yazısını bekliyorum…
Benim takıldığım nokta, insanların kendi hayatlarını etkilemeyen başkalarının gerçekleri üzerine bu kadar kolay ahkam kesebilmeleri, hariçten gazel okuyabilmeleri…
Bu yazıda andığımız üçlünün ikisinin modacı, birinin sosyolog olduğunu, işleri gereği kitlelerle uğraştıklarını, ekmek paralarını bu işten kazandıklarını söyleyebilirsiniz…
Haklısınız haklı olmasına da görüşümde ısrar edeceğim, yine bu kadar kolay olmamalı diyeceğim…
Hele hele de kayıt cihazlarına, kameralara konuşma fırsatını sık sık bulan kişiler için hiç kolay olmamalı diye de ekleyeceğim…
Değil toplumu, değil kitleleri birinin, bir bireyin bile hayatını ilgilendiren meselelerde kelimelerin hoyratça savrulmamasını savunacağım…
Kendinle ilgili fikirlerinde, eylemlerinde, fantezilerinde özgür ol, uçabildiğin kadar uç… Başkaları söz konusu olduğunda bir dur, bir düşün, en azından bunun için çabala diye de sözümü bitireceğim…
Elbette benim sözümün bittiği yerde şiir devreye girecek…
Şiir Yusuf Hayaloğlu’ndan… Bambaşka duygularla, bambaşka bir duruma yazıldığını ben de biliyorum. Olsun, çok anlamlı soruyor; nerden bileceksiniz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder