25 Aralık 2009 Cuma

Kabuklular sürüsüne katılmak...

Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.

Ruhu ince insanlar vardır… Çok azlar artık… Numune gibidir bunlar… Hemen ayırt edilirler diğerlerinden, bu kadında/adamda bir tuhaflık var değil mi gibi çekiştirmelere bile malzeme olabilirler… Onlar buna aldırır mı aldırmaz mı bilinmez, o kadar naziktirler ki incindiklerini bile belli etmezler. Nazik ama sessiz bir şekilde, varlıklarını ya da yokluklarını hissettirmeden, çekingen, ürkek bir şekilde yaşayıp giderler…
Bir de asgari müştereklerde buluşan çoğunluk vardır, sayıları her gün azalan… Olabildiğince nazik, olabildiğince anlayışlı, olabildiğince saygılı… İnsan olduğunun bilincindedirler, kendisi kadar karşısındakinin de… Gereksiz kaprisler, aşağılayan tavırlar, iğneleyen sözler, imkansız istekler gündemlerinde yoktur, karşısındakini de kendisi gibi bilip, kalp kırmamaya özen gösterirler… Hayat zaten zordur bir şekilde, beklentiler ile gerçekleşenler bir türlü uyuşmadığı için mutsuzdur zaten herkes, e bir de sayılamayacak kadar çok nedenden dolayı adaletsizdir hayat… Kimseye kabalık yapmak istemez bu insanlar… Can yakmak istemezler… Bilmeden, istemeden birinin canını yaktıklarında da en çok kendileri üzülürler…
Sonra ne olur? Ezikler sürüsünde sıradan biri yerine koyulurlar…
Çünkü bir de ezenler vardır, sayıları her gün biraz daha artan… Olabildiğince kaba, olabildiğince anlayışsız, olabildiğince saygısız… İnsan olduğunun bilincindedir fazlasıyla, karşısındakinin de kendisi gibi bir insan olduğunu umursamayacak kadar… Gereksiz kaprisler, aşağılayan tavırlar, iğneleyen sözler, imkansız isteklerle doludur gündemleri, karşısındakini de kendisi gibi bilip kalp kırmaya gayret ederler… Hayat zaten zordur bir şekilde, beklentiler ile gerçekleşenler bir türlü uyuşmadığı için mutsuzdur zaten herkes, e bir de sayılamayacak kadar çok nedenden dolayı adaletsizdir hayat… Tam da bu nedenlerle olsa gerek kabalık yaparlar bu insanlar… Hele de karşısındakinin dişine göre bir yem olduğunu düşündüklerinde… Can yakmak ister bu insanlar… Bilerek, isteyerek yakarlar o canları…
Sonra ne olur? Ezikler sürüsünden ayrılıp kendini önemli sanan insanlar sürüsüne terfi ederler…
Bugün bunları yazmamın nedeni çok genç bir arkadaşımın başına gelenler… İşini en iyi şekilde yapmak isteyen, bunu yaparken de karşısındakini önemsediğini, değer verdiğini gösteren, ruhunun güzelliği yüzüne de yansıyan bu genç arkadaşım, bugün o kendini önemli sananlar sürüsünden birinin gazabına uğradı… Kendini önemli sanan biri, bile bile, isteye isteye onun canını yakmaya çalıştı…
O kaba ve nezaketsiz insanın ne düşündüğünü, bu olaydan nasıl bir haz aldığını bilemiyorum… Üzülebileceğine kesinlikle ihtimal vermiyorum, üzülebilmek gibi bir yetisi olsaydı gönül almak gibi bir yetisi de olurdu… Ama arkadaşımın ne yaşadığını biliyorum…
O genç arkadaşım neye uğradığını şaşırdı, üzüldü, buna karşın nezaketini elden bırakmadan bu hoyrat salvoyu savuşturmaya çalıştı… Ve daha yirmili yaşlarının başında, nazik olmanın eşittir ezik olmak anlamına geldiğini anladı…
Umuyorum ki ruhu yaralanmamıştır…
Çünkü yaralanan ruh kabuk bağlar ve o yara iyileşmeye fırsat bulamadan başkaları tarafından tekrar tekrar kanatılır, o yara tekrar kabuk bağlar, kabuk kalınlaştıkça kalınlaşır…
Sonra ne olur? Ezikler sürüsünden ayrılıp kabuklular sürüsüne katılırsın…
En zoru da budur!
Kendini koruyamazsan kabuğun çatlar, yaran kanar, ezik tarafın ortaya çıkar, ezikler sürüsünün arasında kaybolursun…
Ya da kabuğun kalınlaştıkça korunma içgüdün artar, kendini önemli sananlar sürüne seyirtir, bu sürünün sayısını artıracak yaralar açarsın başkalarında…
Sonuçta iki arada bir derede kalırsın…
Şimdi ne demeli bu genç arkadaşa? Ben boşver tatlım, onun terbiyesizliğine ver gibi bir cümle geveledim… Başka ne denebilir ki… Bir şey diyemedim…
Bu arada insan topluluklarına sürü denilmeyeceğini yıllar evvel öğrendim, ancak burada bilerek ve isteyerek sürü demeyi tercih ettim!
Şiir Nazım Hikmet’ten… Büyük insanlık… Belki kabuklarımızın arasından sızıp ruhumuza ulaşır…

2 yorum:

  1. Ruhu ince insan:))) yazıya bu cümle ile başlamışsın ilk cümlende umutlandım. Evet bende böyle düşünüyorum ruhu ince insanlar vardır. Sayıları azalmakta olsada mutlaka biryerlerdedirler. Ancak gün içinde yaşadıklarım yeniden umutsuzluğa kapılmama neden oldu. Bilerek ve isteyerek üstelik bencilce birinin canını acıtmak gözlerini içine baka baka bilerek ve isteyerek kırmak...
    İyi niyetten yoksun içi boşalmış sözler, ve bakışlar...
    üzgünüm giderekte daha çok üzülüyorum.

    YanıtlaSil
  2. Başkentin orta yerinde büyüdüğüm Altındağın hüznü insanının üzerine bir is gibi bulaşırdı. O siyah lekeler o kadar samimiyetsiz sırıtırlardı ki tenlerimiz de, varoşlardan doğan isyanlarımız delikanlılık türkülerimizde bile güneşe hıncını kusar dı. Birey henüz toyken sırtına inen kamçılardan kalan izlerini, olgunluk döneminde bilgeliğe dönüştürmemişse bizimkine benzer yoksul mahallelerde yaşamlar kayıplara endekslenirdi. Annemin ben çocukken bazı sözleri halen kulaklarımda dır. İçlerinden biride yoksulluğun bile bir onuru olduğu gibi. Bu gün yaşadığımız ve içinde debelenip durduğumuz kaygısız, seçici, sert ve acımasız insan hüzmelerinin arasında onurun yoksunluğunu konuşur olduk malesef. Artık sadece yoksul değil, aynı zamanda yoksunuz kendimizden.

    Direnmeyi bir savunma aracı veya savaş silahı olarak görmek zayıflığından vazgeçtiğimiz gün, üzerimizdeki ahlak ve cehaletin zarif örtüsünden kurtulmuş olduğumuzu görmeli ve anlamalıyız diyorum. Sürekli eleştiren ve eleştirilen bir toplumun en zayıf kalesi iradesidir. Üstelik bu kolay kullanılabilen bir özelliktir ki, inceliklerimiz ve zayıflık adledilen nezaketimiz sömürülür. Bizi biz yapan ama donanımlı insan olma onurumuzdur. Bu yüzden direnmeliyiz, çok sessiz kaldık ve en acısı bunu öğrettiler bize.

    YanıtlaSil